10 Şubat 2016 Çarşamba

Kahire İstasyonu (1958) film değerlendirmesi



Youssef Chahin'in 1958 yapımı "Bab El Hadid" (Kahire İstasyonu) isimli filmi, genelde Ortadoğu, özelde ise Mısır'ın fotoğrafını çekmektedir. Bu fotoğrafın stüdyosu başkent Kahire'nin en canlı, çelişik ve kozmopolit yeri olan Kahire İstasyonu'dur. Zira bu istasyon modernleşme, batılılaşma, merkezileşme, geleneksellik, şehre göç, devlet-birey ilişkisi, devlet-piyasa aktörleri ilişkisi ve erkek-kadın ilişkisi gibi fenomenleri gözler önüne seren şehrin belki de tek mekanıydı. Mekanın şahit olduğu bu karmaşa aslında farklı zamanları yaşayan insanların mimarisiydi: Feminist kadınlar ve peçesi yüzüne kapatılan kadınlar; tekeller ve seyyar satıcılar; gençler ve yaşlılar; yabancılar ve yerliler; dans eden şehirliler ve onları lanetleyen taşralılar.
İstasyonda gazete satan Madbouli bir öğlen namazı sonrası Qinawi adında, köyden Kahire'ye göç etmiş, suskun ve işsiz birine rastlar. Modbouli sakat olduğu için acıdığı, kimsesi olmayan bu genç adama sahip çıkarak ona iş ve kalacak yer temin eder. Fiziksel özrünün yanı sıra bir tahtası da eksik olan Qinawi kadınlara karşı takıntılıdır. Gördüğü güzel kadınların etkisinden kolay kolay kurtulamamakta, kulübesinin duvarlarını sattığı gazetelerden kestiği kadın fotoğraflarıyla kaplamakta; bu fotoğrafları uzun uzun, dikkatlice seyretmektedir. Lakin onca kadın arasından bir tanesi vardı ki, onun karşısında yarım kalan aklını da yitirebilirdi: Hannuma. İstasyon zabıtalarından gizlice yolculara meşrubat satan, cilveli ve delidolu bir kadın olan Hannuma Qinawi ile sık sık alay eder, onun aşkını kendisine adeta bir hakaret görürdü. Qinawi ona takıntılı mıdır yoksa ona sınırları zorlayacak kadar aşık mıdır anlamak kolay değildir. Şu var ki, ister takıntılı ister tutkulu bir aşık olsun, çoğu insan gibi Qinawi de şansını sonuna kadar zorlayacaktı; ancak Hannuma'nın aşkıyla kararan gözü, 'ya benimsin ya kara toprağın' diyerek sonunda Hannuma'yı öldürmeye teşebbüse kadar gidecektir.
Hannuma'nın cazibesine kapılan diğer bir isim ise Abu Serih'tir. Abu Serih İstasyonda hamal olarak çalışmakta ve Hannuma ile evlenmek için para biriktirmektedir; belki biraz da bunun etkisiyle hamallık işlerini tekelinde tutan Mansour'a tabi olup ona pay vermek istememektedir. Kendisini ve ona destek çıkan işçileri güvenceye kavuşturmak isteyen Abu Serih, hükümet delegeleri gelene kadar bulacağı 50 kişinin desteğiyle sendika kurarak Mansour, Abu Gamal ve Gadallah'ın istasyon çevresinde kurduğu tekel piyasasına karşı örgütlenmeye çalışacaktır. İstasyondaki tekel sahipleri ise hem devlet desteği hem de kendi iç dayanışmalarıyla Abu Serih'in başını çektiği bu hareketi başlamadan bitirmenin derdindedir.
Filmin olay örgüsü 1950'lerde Mısır'da var olan devlet-birey ilişkisini açıkça gözler önüne sermektedir. Bu ilişkinin ilk göze çarpan özelliklerinden biri bireylerin devlet karşısında oldukça zayıf bir karaktere sahip olmasıdır. Bu durum şüphesiz Mısır'ın tarihi ve güncel gelişmeleri ışığında anlaşılabilir. Antik Mısır'dan Osmanlı İmparatorluğu idaresine, İngiliz egemenliğinden Mısır Krallığı'na kadar Mısır'ın sahip olduğu bütün devlet formlarında devlet bireylerin omuzlarında yükselen, onlara hiçbir borcu olmayan, adaleti lütfedip hayatlarını bahşeden ve ürettiği artı-değere sorgusuz sualsiz el koyabilen bir aygıt olarak karşımıza çıkmaktadır. Ortadoğu ülkelerinin ve özellikle Mısır'ın 19.yy'da ve 20.yy'ın ilk yarısında (geçirdiği modernleşme sürecinde) devletin geliştirdiği iktidar teknolojilerini nasıl bireylerin ve toplumsal yaşamın dizaynı için kullandığını görmek birey-devlet ilişkilerini anlamak için elzemdir.  Bu tarihsel mirasın yanında, filmin yapıldığı tarihten kısa bir süre önce yaşanan siyasal gelişmeler de devletin birey aleyhine sahip olduğu iktidarı pekiştiriyordu. Arap milliyetçiliğinin İsrail ve İngiliz karşıtlığı (genel olarak Batı diyebiliriz) üzerinden kristalize olduğu İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde hem 1.Arap-İsrail Savaşı hem de İngilizlerin İsmailiyye işgali nedeniyle Mısır'da siyasal istikrarsızlık egemen olmuştu. 1952'de Arap milliyetçiliğinin en güçlü kişiliği olan Cemal Abdülnasır'ın da içinde bulunduğu Hür Subaylar Hareketi yönetime el koyarak istikrarsızlığa son vermiştir. Bu tarihten itibaren Mısır'da asker kökenli elitler siyaseti, toplumu ve ekonomiyi tanzim etmişlerdir. Abdülnasır milliyetçi ve sosyalist politikalarıyla, devirdiği Kavalalı Hanedanlığı'nın kat ettiği modernleşme ve merkezileşme yolunu hızına ivme katarak çok ileri noktalara gitmiştir; siyasette otoriterleşme ve bürokratikleşme, toplumsal örgütlenmede kolektivist ve organik, ve ekonomide ise devletleştirme ve millileştirme anlayışını hakim kılmıştır.[1] Devletin tüm bu alanlardaki hakimiyeti ve etkisi Kahire İstasyonu'nda açıkça görülebilmektedir. Filmde kendisini hükümet delegeleri ve zabıta olarak gösteren devlet birey karşısında karşı konulamaz ve sorgulanamaz bir güce sahiptir. İstediğine imtiyaz sunmakta, istediğine hak lütfetmektedir. Devlet karşısındaki acziyetlerinde eşitlenen bireyler, ancak diğer bireylerle kıyaslandığında birbiriyle farklılaşabilmekte; bu farklılık ise büyük ölçüde bu bireylerin hangisinin devletin neresinde pozisyon aldığına göre değişmektedir. Yani Mansour ya da Abu Gaber gibi "güçlü" olan bireyler ise salt birey olmalarından değil; devletin sunduğu tekel fırsatlarına sahip olmalarından dolayı güçlüdür. İstasyonda adeta devlete vekalet eden bu imtiyazlılar, diğer bireylerle olan ilişkilerinde bazı "devletsi" özellikler yansıtmaktadır. Bu imtiyazlı bireyler doğruyu ve yanlışı gösteren, ceza ve ödül veren aktörler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tarz "güçlü bireyler", tekrar belirtecek olursak, devleti sınırlandıran bir güç ortaya koyamamaktadır. Zira gücün kaynağı bizzat devlettir.
Devlet-birey ilişkisine dair değinmemiz gereken bir konu da, birbiriyle çatışan çıkarların peşinde koşan istasyon sakinlerinin aslında sahip olduğu devlet tahayyüllerinin ve sorunlarına çözüm arama merciilerinin günün sonunda ortak bir zeminde buluşmasıdır. Bir yanda tekellere sahip olanlar devlet ve onun zor aracı olan zabıta aracılığıyla kendilerini garanti altına alırken; diğer yanda, herhangi bir imtiyaza sahip olmayanlar yine "devletin sunduğu" sendika imkanı ile kendilerini garanti altına almaya çalışmaktadır. Bir başka deyişle, "devletin değerleri ve kaynakları dağıtması" durumunun kendisi çatışan taraflarca yadsınmamış, yani devletin fonksiyonuna ilişkin bir sorgulama ortaya konmamıştır. Aksine, kimin ne kadar alacağı sorusu etrafında düğümlenen bir çatışma söz konusudur. Nitekim Abu Serih kaynakların devlet tarafından (imtiyazlı kişilere) asimetrik biçimde dağıtılmasına karşı haklı bir isyan içindedir: "Dişimizi tırnağımıza takıyoruz. Kaymağı bir kişi yiyor: Abu Gaber!"
İstasyondaki devlet-dışı aktörlerin kendi aralarında kurdukları ilişkilerin oynaklığı ve güvenilmezliği Ortadoğu'da devletler-arası ilişkilerin izdüşümü olarak da düşünülebilir.  Devlet-dışı aktörlerin adeta bir "doğa halinde" yaşıyormuşçasına birbiriyle mücadele içinde olduğu, kısa süreli ittifaklar kurduğu ve anlık çıkarı için kurdukları ittifakları bozduğu, şartlara bağlı olarak güç dengelemesi[2] ya da güçlünün peşine takılma[3] (bandwagoning) taktiği izlediği,  tuzaklar tezgahladığı[4], hasımlarını en zayıf yerlerinden vurduğu[5], diğerlerine olan güven duygusunu tamamen yitirdiği ya da safça inandığı[6] açık bir biçimde görülmektedir. Bu durumun hem sonucu hem de nedeni olarak devlet-dışı aktörler belirsiz ve tehlikeli bir gelecek ile karşı karşıya kalmaktadır. Bireyler bu "istasyon hali"nden ancak ve ancak kendilerini güçlü bir devletin şefkatli kollarına bırakarak kurtulabilirlerdi; zira devletin tamamen dışında olan ve güven veren herhangi bir aktör ya da kurum bulunmamaktadır: "Sendika (devlet)[7] herkes için adam gibi bir yaşam sağlıyor. Geçen hafta Rizq ayağını kırdı. Şu an beş parasız. Shaheen altı haftadır hasta ve kimsenin umrunda değil. Peki, Abbas nasıl çalışacak? Sadece sendika (devlet)[8] bizi koruyabilir ve işlerimizi güvence altına alabilir."
Film yalnızca istasyon etrafındaki çatışmaları değil, aynı zamanda o dönemde Mısır toplumunda var olan çelişkileri yansıttığı için de dikkate değerdir. 1950'li yıllar post-kolonyal dönemde gelenek ile modernlik[9], Doğu ile Batı[10], taşra ile şehir[11] ve dindarlık ile sekülerlik arasında yaşanan çelişkinin ivme kazandığı yıllardı. Kadın hareketleri belki de bu çelişkilerin her birini en derinden yaşayan gruplardı.
Nasır döneminde kadınlar birçok hak elde etseler de (seçme ve seçilme hakkı gibi), bu yıllarda politik aktivizmin sıkı denetimi ve otonom örgütlenmelerin yasaklanması sonucu feminist örgütler bu yıllarda ivme kaybetmişlerdi. Nasır kadın meselesini de monopolize ederek bunu bir sosyal devlet sorunu olarak formüle etmek istemişti.[12] Bir başka deyişle, devlet tıpkı işçi örgütlenmelerinde olduğu gibi kadın örgütlenmelerinde de kendisine meydan okuyabilecek herhangi bir toplumsallığa alan tanımak istememiştir. Mervat Hatem'in tanımladığı üzere bu bir "devlet feminizmi"[13] idi. Böylelikle bireysellik ve toplumsallık bir alanda daha devlet adına ortadan kalkmıştır. Tüm bu devlet hakimiyetine rağmen, Nasır iktidarının ilk yıllarına denk gelen filmin çekildiği 1958'de feministlerin evlilik karşıtı gösterilerini polis müdahalesi olmaksızın gerçekleştirebildiğini görüyoruz.
Yukarıda belirttiğimiz gibi filmde kadınların toplumsal konumu çelişki arz etmektedir. Kimi kadınlar modern heyecanlar eşliğinde bireyselleşirken kimi kadınlar geleneksel erkek egemenliğin pençesinde kıvranmaktadır. Bu çelişki pratik bir uyuşum içindedir. Örneğin; suçsuz olduğu halde Qinawi ile girdiği yersiz göz münasebetinden ötürü suçlu bulunan ve hemen peçesi yüzüne kapatılan kadının maruz kaldığı muamele ile; kendilerinden açık açık hicap duyan onca erkeğin yanı başında kısa elbiseleri ile dans eden, evlilik karşıtı örgütler kuran ve eylemler düzenleyen modern kadınların sahip olduğu özgüven. Youssef Chahin bu tür zıtlıkları aynı sahnede görüntüleyerek, çelişen Ortadoğu geleneği ile Batı modernliğinin Mısır'ın modernleşme sürecinde nasıl birbiriyle çatıştığını, ara-tipler ortaya çıkardığını ve toplumsal yarılmalara neden olduğunu açık biçimde gözler önüne sermektedir. Bu noktada, bir kere daha, Mısır'daki mevzubahis toplumsal yarılmayı, çelişkiyi ve çatışmayı minyatürize etmek üzere yapılan mekan tercihinin (Kahire İstasyonu) ne kadar da isabetli olduğunu belirtmek gerekir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder